27 Ağustos 2017 Pazar

DÖNÜŞ





Yeni kararlar, 
Yeni yeni başlangıçlar.
Sanattan topluma varolan düşleri, 
Toplumdan doğma seslerle süslemeliydim...
Evet,
kendim olmaktan yorulduğum şu günlerden,
bir umut bahçesi bulmalı,
zeytin  dallarıyla esen rüzgarın mayhoş tadında, sarhoşluğumu dirilerek yaşamalıydım..
sanatın sıkışıp kaldığı şu hamallık diyarından, firavun tahtını yıkacak,
Musa kadar güçlü,
bir başkaldırış dirilmeyi doğurtabilirdi ancak...
Büyük düşler vardı,
gayreti akıtılarak doldurulacak Nil'in
gürül gürül buluşacağı topraklardı buralar..
Canım sevgilim,
Senin bir avuç toprağına doğmalı Güneş,
Isıtmalı avuçlarını 
Gözbebeklerinle buluşmalı...
Kavruk teninde bir esin pay edinmeli.
Amed'im...
Doğuranım...
Doğduğum... 
Ben senin ninnilerine gebe bir tohumu,
seninle çığırmaya geldim.
Şimdi öksüz kalmış şu tepelerini,
sanata yurt edinmeye,
Karalar bağlamış yazmanı  yakıp,
Sana yeniden Ahmedler vermeye, 
Sokağında türkünün,
Göğünde şiirlerin,
Toprağında renklerin,
Üstünde baharın
yaşandığı günlerin haberini 
Yırtık bir ceple taşıyıp,
Beyaz güvercinlerine dolduruyorum..
Kendine iyi bak..



 

19 Haziran 2017 Pazartesi

UYANIŞ -II



Kırgın umut çiçekleri ne yolcuyum.
Seher vakti, ansızın çalmış bahar kapımı.
Yorgunum haliyle,
yıllardan devrilme...
Sahi neden gecikir?
Bu kefen denen vesayet,
Beyazlar içinde bir yorgan,
Bir ucunda ömür var,
bir ucunda ölüm...
Söyle ey can,
bir iğne sapla yorgana durmaz..  
Taşıyamaz denmiyor ki ,
kabul görmez,
küçük görür evvela.
Biçilmez değer onda,
Ne taşa ne başa..
Geçer takvası ruhun,
yorgan altına,
Göğün tahtına.
Varlıklar içinden yokluğa
Adın, cismin ne önemi var..
Sormazlar,
Ne tahtını ne de bahtını...
Ruha gelir iki zikir,
Biri Can biri Canan
Candan Cananı bulana Şâh,
Candan Cananı yıkana  Mat...
Uykulu dünya,
Uyan ey insan!
Geç kalınmış vaktine,
Bir eda ile dönde bak.
Alın dediğin şey,
yere basmaz mı?
Sarılıp kadere dayanmaz mı?
Bu yoksul yürek,
bir dua ya sığmaz mı...
Gamdan geçmekteyim,
Yollar toy bir delikanlı kadar belirsiz.
Ufuk ise körpe bir ikram..
Bedene gelince sade bir binek
Üzerine binmiş ruh sürgün...
Ey canım,
Ey cananım,
Yorgun başım senin göğsüne hasret,
Suskun dilim senin sözüne mesnet.
Kederden geçti gönlüm,
Küllere  döndü...
Sensizlik mevsiminden,
Beyaz bir yorgan üstümü örter.
Yoktur ki ucube dünya varlığından,
Ne bir taşım, ne bir aşım.
Başımda senin adın,
sonum da senin adın,
Varlığımda senin yokluğumda...
Döndüm bahara,
Tutmaktayım gülleri.
Senin bahçenin  tozuna,
Eder et beni ya Râb...

Saygı ve hürmetlerimle...


Mahsima


11 Haziran 2017 Pazar

VAKİT



Vakit ne çabuk akar...
Hoyrat bir nehir gibi,
önünde arkasında ne çok birikmişi olsa da götürüyor..
Setlerimiz,
engellerimiz,
yok karşısında durduramıyoruz.
Çabalarımız yorgunluğumuza denk...
Belimiz bükük belkide,
yaşın ne önemi var,
biriktirdiğimiz onca hatıraların ağırlı büker bedeni.
Güzelliğiyle yakar canı,
Belkide acısıyla...
Sahi ne önemi var yüklendikten sonra...
Belki bir baba yorgunluğudur üstümüzde, belkide anne...
Belki ocağında aş pişmeyen bir yoksulun,
belkide rengin rengini görmeyen bir körün..
Çok küçük,
Belkide kuşunu kaybeden bir çocuğun yoğunluğudur...
Ah hayat!
Nasıl da yoruyorsun bu bedenleri.
Güzelliğine eş bir güzellik,
Zalimliğine denk bir zalimlik,
yoktur bu nefeste..
Ne istersin yığınla aldığın şu canlardan.
Kimi bebedir, kimi evlat
kimi babadır ,kimi ana
Belkide sevgili..
Hangi can ki senin pençenden kurtulup,
bir dirhem nefes ala..
Baharları doğurup kışa tutulmadı mı şu diyarlar,
Kışa varıp baharı büyütmedi mi şu çocuklar.
Yığınla bedenler torbasından dağ,
Üzerinde tahtın,
Ne bir altın varak,
Ne bir zümrüdün parlatır onu...
Vazgeçtin mi nefesten,
Toz zerresi bile geçmez şu bedenden ...
Söyle ey vakit, 
Şimdi zalimlik seherin neden bu kadar mahsun... 
Neden boynun bükük 
Aldığın günahsızların baharımı 
Verdiğin canların değersizliğimidir,
Seni yıkan...
Söyle ey vakit,
tahtın üstündeki beyaz,
hüznün kaftanımıdır  

Saygı ve hürmetlerimle...
Mahsima

25 Mart 2017 Cumartesi

UYANIŞ



Dar sokakların çıkmazıdır özlem.
Her yöne umutsuzca koştuğumuz
Kapıları vura vura aşındırdığımızdır.
Biri çıkar umuduyla girdiğimiz her evde,
birer hırsız gömleği giydirilip,
karanlık  bir hücrede yılları on iki aya bölemediğimiz zamanı
tek seferde solumaktı özlem.
Sahi özlem acımıydı?
Elmayı çevirdim yüzüne baktım.
Bir kurtçuk vardı, kabuğundan tohumuna kadar ilerlemiş,
elmanın içini kemirmiş,
bilmem kaç saat? kaç günden beri?
Zaman çürüğü ,büyütmüş
lakin kaybedilişin üzerindeki zaman,
tahtından düşürülmüştü.
Devrik bir zamandan ilerleyen kurtçuk tohumuna varmaktaydı.
Hakimiyeti altındaki elma,
karanlık bir çehreye bölünmüş,
sessizliği kırmızılığını gömmüştü.
İlk günkü taze heycanını soldurmuş, sararmıştı. Yer yer dökülecek duruma gelmiş,
kimbilir kimin elinin, nefesinin
kimbilir hangi bahçenin gündoğumuna
hangi sineğin konduğu,
o parlak yüzünü hatıraların özlemiyle döküyordu.
Özlemek  elmayı elma benliğinden atıyordu.
muazzam bir görüntü ...
Elmaya dokunmak,
açılan yarayı tedavi edermiydi?
bilmiyorum.
Tedirginlik ve umutsuzluk kaplı avuçlarımı, yasladım elmaya.
Hissetim hissettiği hisleri.
Bir rüya kadar güzeldi umudu.
İçinde bir yerlerde umudu saklıyordu.
Baharın ilk çiceğinin kokusunu alıyordum. Kuşların seslerini duyuyordum.
Rüzgarın sesi saçlarımı tarıyordu.
Kış kadar beyaz, yaz kadar sıcak bir avarelikti hissettiklerim.
Akıl ile baktığım elma somut bir cisimden ibaretken,
kalp ile baktığım nasıl bu kadar tatlı olabiliyordu.
Hülyalar deryasıydı dalgınlığım.
Uyanmalıydım...
Uyandırılmalıydım...
Uyanmalıydık...
Ya gerçeğin kavgasını vermeliydim,
yahut rüyamın gafletinde sürklenecektim. Dirildim,
varoldum.
olgunun pençesinde doğmuş,
vahşi ve yırtıcı bir cisimdim...
Uyanıştan başlayan,
bilinmez bir uhreviyetin,
bilgiye, tanımaya
Evet
duyguyla tanışmasına kadar geçen sürede bütün felsefi anlayışı anlamaktaydım..
Her insan bütün duyguları bir organ gibi taşıyordu.
Ömür denen bu uzun kavramda
sadece birini seçiyordu.
Bir organı ile hayatını devam ettirmek için debeleniyordu.
Haykırmalıydım belkide...
neden birine yöneliş sergiliyorduk,
biz insandık
sevmeliydik
üzülmeliydik
öfkelenmeliydik
Nefret etmeliydik
her uzvumuz bir biri içinde harmanlanmalıydı. Bütünü bire indirgemeliydik, parçalamak yerine...
Yaslandım geriye,
aklımdan dökülen düşünceleri avuçlarıma doldurdum.
Güneşin ılk  ışıklarının çaldığı penceremden şafak rüzgarına  savurdum.
Elma masada yarımdı.
Gözlerimde sadece bir soru vardı;
Dalından kopmamalımıydı ilk elma?
yoksa doğmamalımıydı ilk insan?


Saygı ve hürmetlerimle....